Bu Blogda Ara

30 Mayıs 2013 Perşembe

Değer atama

Gece saatlerine kadar çalışmışsınız, özenip raporunuzu hazırlamışsınız, patronunuz da "Gerçekten bravo süper olmuş" demiş. Bugünün kaygan zeminli kariyer basamaklarında bir nebze de olsa iş garantisi, psikolojik tatmin  ve belki de beklediğiniz maaş artışı.

Değerlidir. Değerle ilgili çok eskiden okuduğum bir kitapta üç kavramın altı çiziliyordu. Değer atama, değer verme, ve değer. Değerin kendisi karmaşık ve göreli. Çölde vaha, insanda sevgi, denizde tekne büyük değer. Hayatın kendisi bir değer. Nesne önemli. Değer verme ve değer atamaysa farklı. Değer verme öznenin işi, ben çiçeğe değer veririm öbürü böceğe, nerede olursam olayım benimle ilgilidir. Ben değişirsem verdiğim değer değişir aynı kırmızı güle. Değer atama da biraz toplumla ilgili sanki. Akıllı telefon çok değerli; uyanık olmak, yakışıklı olmak, bir zamanlar memur olmak çok değer atanan kavramlar.

Arabanız, oturduğunuz eviniz, işiniz, eşiniz, dinlediğiniz müzik, içtiğiniz şarap, okuduğunuz kitap, düşündüğünüz çözüm, seyrettiğiniz deniz. Geçtiğiniz sınav, pişirdiğiniz pilav, azminiz, cesaretiniz, arkadaş çevreniz.

Bize değerli gelen şeylerin değerinin ölçüsünü neye göre yapabiliriz? Belki, hangisi çocukların oynarken caddeye kaçan plastik topu için hissettiklerini bize hissettirebiliyor diye sorarak...

Hepinize süper günler,
Cihan

26 Mayıs 2013 Pazar

Sıradan mucizeler

2 yaşındaki oğlum "baba ben ay dedeye tırmanıcam" deyince "astronot olmak istiyorum" un bu daha önce duymadığım  şekli çok hoşuma gitti.

Aya tırmanmak için mesela insanlar birbirinin üzerine bassa 215 milyon insanın üst üste çıkması lazım (ABD nüfusunun üçte ikisi). Dünyada o kadar çok insan var ki bu aya tırmanma projesini eşzamanlı olarak 30 yerde gerçekleştirebilecek personeli var. 7 milyara kadar sayması için bir insanın 200 yıl boyunca sadece sayı sayması gerekiyor.

Henüz keşfetmediğimiz birçok yeri ve özelliği olan güneş sistemimiz bundan 11 milyon kez daha büyük (4 500 trilyon kilometre) . İnsanlı bir aracın ulaştığı en yüksek hızla (Apollo 10'un atmosfere girerken ulaştığı hız yani 40 000 km/h) bir uçtan bir uca gitmeye kalksak 13 000 yılımızı alır. Samanyolu galaksisinde 200 milyar tane daha bizimki gibi güneş sistemi olduğunu düşününce gerçekten küçük olduğumuzla ilgili küçük bir fikir sahibi olabiliyoruz. Küçük bir fikir çünkü gözlenebilen evrende 170 milyar kadar da galaksi var.

Nazım Hikmet'in "...kutrunun ölçüsünü santimine kadar bildiğim halde, ve meçhulüm değilken güneşin yanında oyuncaklığı, dünya inanılmayacak kadar büyüktür benim..."dediği gibi doğum günlerinde insanın içinde o akıl almaz büyüklükler, o kadar fazla insan, küçülüp önemsizleşiyor. Sevdiklerin, sen oturuveriyorsun herşeyin merkezine.

Hepinize süper günler,
Cihan

  

18 Mayıs 2013 Cumartesi

Kişi kurum meselesi

İster bir takım oyunu oynayan, ister bir firmada yöneticilik yapan veya bir ülke yöneten kişilerin "önemli olan kurumun faydası" dediğini çok sık duyarsınız. Kurumsallaşma özellikle iş çevrelerinin "havalı" kelimelerinden.

Az gelişmiş ülke ne demek tam tanımlayamıyorum ama kurumları dünya çapında aktivite gösteremeyen (kendi ülkesinin sınırlarını aşamayan) ülkelerin ortak özelliklerinden biri liderlerinde efsane ve mümkünse doğaüstü güçler bulunması veya onlara böyle vasıfların atfedilmesi.

Ortalama aklın üzerinde bir lider de bu ortamda efsane lider olmaya yoğunlaşıyor. Sert, sözünden dönmeyen, korkusuz, hatasız. Hatasız olma çabası, çok eyleme itiyor insanı. "Onu da düzelteyim bunu da düzelteyim" diye didiniyor. Çok çabalayan her canlı gibi çok hata yapıyor. Belirli bir eşik geçildikten sonra onu kendisinden dahi daha iyi koruyabilen "hayranları" bile onu kurtaramıyor. Ve her efsane gibi trajik sonuna koşuyor.

Kurumları kendilerinden içten bir şekilde daha fazla önemsemeyenler, o kurumlara da pek bir katkı veremiyor. Sonra da ne kadar karizmatik, güçlü olsalar da tarihi değiştiremiyorlar. 

Bir Japon atasözü "bir Türk beş Japona değer, beş Japon elli Türke değer" dermiş (üfürük olabilir!). Böyle bir atasözü yoksa da olmalı. Gerçek tarih değiştiriciler ya daha az insanla daha çok iş yapanlar ya da daha fazla insanı aynı amaç doğrultusunda örgütleyebilenler oluyor galiba. 

14 Mayıs 2013 Salı

Ana mesele

Yurt dışına gidip dönenler ellerine gazete aldıklarında içlerinin karardığından yakındığı zaman biraz abarttıklarını düşünürdüm. İki üç gündür ise "gazeteyi görünce yurt dışına geri döndü" deseler şaşırmam. 

40 insandı bugün 50 oldu diyorlar. Anneler gününde onlarca anne ölmüş olmayı diledi "kara haber"i duymaktansa. "Sizi futbolla uyutuyorlar, ülkede terör canlar alıyor" dediler. Futbolda da canlar gitti. 20 yaşında çocuk bıçaklandı 40 küsur yaşındaki bir başkası kalbine yenildi. Birbirinin üzerine binen dalgalar gibi öfke dalgaları üst üste biniyor. Tsunami gücüne erişmesi için de ortam uygun gibi. 

Başbakan mı suçlu, hükumet mi, silah satanlar mı, PKK mı, Esad mı?  Taraftar öldü, Aziz Yıldırım mı suçlu, Ünal Aysal mı, polis mi? Hemen bir sorumlu bulup ceza kesme ihtiyacındayız. Artık acımızı, şaşkınlığımızı şüphemizi öfkemiz üzerinden yaşıyoruz. 

Belki de bu yüzden nesiller sürüyor acılarımız. Belki de bu yüzden Rakel Dink'in sözü yankılanıyor. Tahterevallide gülerek sallanan veya kumda kardeş kardeş oynayan iki minik çocuğum gibi çocuklardan, holiganlar, intihar bombacıları, otoriter liderler ve cellatlar yapıyoruz. Sonra da diyoruz ki bunların kökünü nasıl kazısak?

9 Mayıs 2013 Perşembe

Milliyetçi kaşımalar

İsveçli de olsanız, Fransız da olsanız, Türk de Kürt de olsanız milliyetiniz veya ırkınızla gurur duymak en doğal hakkınızdır. Ama yaşasın Türkler, diye başlayıp yedi düvele hakaret eden çocuk şarkılarıyla büyütüldüğünüz zaman milliyetçiliği başka millet ve ırkları aşağılayarak savunabileceğinizi zannediyorsunuz. Böyle bir noktadan yola çıkınca da düşmanlıkla dolu olan ne varsa ilginizi çekiyor. Başkalarının söylediklerinden düşmanlıklar üretiyorsunuz, ya da başkaları için düşmanca konuşuyorsunuz.

Sadece bizim ülkemize mahsus bir durum da değil bu, neredeyse Ortadoğu coğrafyasının tamamında böyle bir ruh hali yaygın. Daha anlaşılmaz olan söylenmemiş sözlerin söylenmiş diye yayılması, üfürükler.

Bugünlerde sosyal medyada Gülten Kışanak'ın kırmızılı yeşilli bir haritayla çekilmiş fotoğrafının altına "bunu da yaptı" manasına gelen ama küfürlü kıyametli, milliyetçi duyguları çomaklayan yazılar yazılıyor. Neymiş, Kışanak Kürdistan haritası yapmış. Aslında harita gelir dağılımı haritası. Farz edin ki kasıtlı olarak bölücülük maksadıyla bu şekilde gösteriliyor harita. Bire beş katarak bunun propagandasını yapıp defalarca hakaretlerle paylaşınca birleştirici mi oluyorsunuz?

Yıllardır Orhan Pamuk'a yapılan haksızlıkla çok benzerdir bu. Üfürük şu: "Orhan Pamuk, Türkler 1 milyon Ermeni'yi öldürdü, soykırımcı dedi Nobel aldı". Cümlenin orijinali "Bu ülkede 1 milyon Ermeni öldü ve kimse bu konuda konuşamıyor, ben yazıyorum". Ne soykırım var ne Türkler var ve açıkça derdi ifade özgürlüğüne verdiği önemi anlatmak.

İlk ağızdan doğruluğunu teyit edemedim ama yüksek ihtimalle İlber Ortaylı'nın Türkiyeli lafını eleştirisinde de "en az elli kere söyledim odun kafalılara.." şeklinde bir ifade yoktur.

Bu insanlardan nefret edebilirsiniz. Sol görüşlülerden, cemaatçilerden, ırkçılardan, güzellerden, çirkinlerden, eşcinsellerden, uzun boylulardan. Günahınız kadar sevmeyebilirsiniz ama iftira atarak ya da doğruluğunu araştırmadığınız konuları naklederek sadece kendi güvenilirliğinizi zedelersiniz.

Hepinize süper günler,
Cihan

7 Mayıs 2013 Salı

İfade özgürlüğü

Bir meslek içi eğitim seansı sırasında 20'li yaşlarında Alman mühendisin, 40'lı yaşlarındaki kendisi gibi mühendis olan İsviçreli  müdürüne, bize oldukça mantıklı gelen bir cümlesi için "I think that's bullshit!*" dediğini duyup, ortalığın karışmadığını görünce bu işlerin farklı kültürlerde farklı yürüdüğünün farkına vardım. Müdüre, öğretmene, anneye, ağabeye, patrona veya başbakana en kabul gören fikrini söylediğinde bile itiraz ortamı varsa ifade özgürlüğü olma ihtimali vardır.

Tutucu toplumlarda otoritenin eleştiriye tahammülü adeta bir zayıflık addediliyor. Bu da bireylerin gelişimini, kendine güvenini etkiliyor. İşin bireysel tarafı bir tarafa toplumsal olarak da ifade özgürlüğünün önünü tıkıyor. Sesini yükseltene (ki sesini yükseltmek de çok bağıranın sözü doğrudur yanılsamasından kaynaklanıyor) suya ilk girecek penguen gibi bakılıyor.

Daha iç karartıcı sonucu Zülfü Livaneli'nin bir sözünde vücut buluyor: "Siyaseti bıraktım çünkü söylemediğim şeyleri söylediğimi yayıyorlar". Ne alakası var diyenlere cevabım şu: Kendisi otoriteye karşı konuşulmaması gerektiğine inanan kişi bir şeyler söyleme ihtiyacını başkalarının söylediklerini (üstelik de ekleyip kırparak ya da yanlış anlayarak) ortaya atıp eleştirerek gideriyor. Özgün fikirlerini söylemeye için için korkuyor. Toplum böyle olunca siyaset de böyle oluyor. Spor yazarları masaya yumruk vuran komutan istiyor, halk da uluslararası arenada yerli yersiz çıkışların peşine düşüyor. Basın 4. erk olamıyor. İyi eğitim almış insanlar siyasetten kaçıyor.

Bana en çok dokunansa çocukların bu toplumun bu ortamında büyümeleri. Kendilerini özgürce ifade edebilen yaşıtlarından 5 sene geriden atılıyorlar hayata.

Hepinize süper günler,
Cihan


*Bence saçmalıyorsun!

3 Mayıs 2013 Cuma

2050'ye giderken

Birkaç kez "Geleceğe Dönüş filminde Marty McFly bugüne yolculuk etmişti" yazıp havada uçan kaykayların olmadığından yakınanlara müjde: O yolculuk 2015'te! Uçan kaykay için 2 yıl daha beklememiz yetiyor.

Yönetmen de filmin çekildiği tarihte bir üfürük atmış, uçan kaykayların aslında imal edildiğini ancak oyuncak firmalarının üretim yapmasına izin verilmediğini söylemiş. Amacı şaka yapmakmış ama kaykayın üzerinde ismi yazan oyuncak firması bir çok telefon görüşmesinde müşterilerine bunun şaka olduğunu izah etmek için ter dökmüş.

1985'ten 2015'i hayal etme fikri çok hoş, onun için 2050'ye dair kendi üfürüklerimi yazmadan edemedim:
- Ülkemde toplumsal olaylar, işçi bayramları, milli maçlarda taşkınlık daha az olacak, polis daha az müdahale edecek
- Dünya nüfusu artmayacak
- Yeni türler oluşacak, eskilerden canlandırılanlar olacak
- Üzerinde hayat olan gezegen(ler) keşfedilecek
- Dogmalar, korkular zayıflayacak
- Afrika, Antarktika turizmin en gözde yerleri olacak
- Şehirleşme yerine kırsallaşma başlayacak
- Irk, cinsiyet, tabiyet, tür ayrımları azalacak

Hepinize süper günler,
Cihan