Bu Blogda Ara

28 Aralık 2013 Cumartesi

Kibir

İnsanoğlunun en belirgin özelliği nedir diye sorulsa düşünmeden "kibir" derim. Yeterli zamanı olursa herşeyi yapabileceğine inanır. Çiçeklerin, böceklerin, hayvanların, diş macununun, nehirlerin ve dünyanın, hatta tüm evrenin kendisi için yaratıldığına inanır. Çözemeyeceği sorun, gidemeyeceği yer yoktur. 

Belki en büyük zaafı da kibirdir. Katıldığım bir satış eğitiminde insanlara sık sık isimleriyle hitap etmek gerektiğini, çünkü herkesin en dalgın halindeyken bile kendi isimlerini duyduklarında dikkat kesildiklerini söylemişlerdi. Pozitif motivasyonun en kolay yollarından biri, kişinin olumlu özelliklerini vurguladıktan sonra yapmasını istediğiniz şeyi söylemektir. 

Kibirin kendine güvenden ayrıldığı nokta ilkinde kişinin kendisine, ikincisinde ise başarmayı istediğine odaklanması. Kibirin gözleri kör etmesi bundan. İstediğini duyup istemediğini duymaması, her konuda doğruyu kendisinin bildiğine inanması da. Her kavramın işine gelen yönünü ön plana alması da. Her konuda uzmanların hatalarını farkettiğini sanması da. Herkesin "aslında" neyin peşinde olduğunu anladığını düşünmesi de. Tüm dünyanın kendisine karşı oduğunu sanması da. Aldatılamaz olduğuna ve kimseye ihtiyacı olmadığına emin olması da. Gücünün hiç bitmeyeceğine, ölümünden yüzyıllar sonra da çok iyi anılacağına kani olması da. 

Kibirli ve muktedirseniz kesinlikle tarihe geçiyorsunuz ama girdabın dibini görmeden de ıstırahate çekilemiyorsunuz. 

Hepinize süper günler,
Cihan





22 Aralık 2013 Pazar

İçgüdüsel bir yazı

Satranç oyununun önemli, doğru ve güzel bir kuralı var: bir saldırı için yeterli hazırlığın yoksa saldırma! Şahın korumasız, merkezin zayıfsa alelacele bir atak, seni kötü durumlara sokar. Saldırı yaparken çok iyi planlama yapmalı, verileri olabildiğince net ve güçlü değerlendirmelisin. Ama bu oyun bir savaş oyunu. Yani asıl mesele karşı tarafı bitirmek. 

Küçük çocuk sahibi insan herşeye çocuk eğitimi veya karı koca ilişkileri tarafından bakarak yaklaşıyor. Bir konuya girerken karımı/kocamı veya çocuğumu nasıl alt ederim düşüncesiyle değil de eşimin veya çocuğumun doğru işler yapması için ona nasıl bir katkım olur diye bakanlar, sağlıklı, keyifli ilişkiler ve çocuklar vücuda getiriyor. 

Dört erkin (yasama-yürütme-yargı-basın) yargı olanı özellikle bu konuda biraz ebeveyn gibi olmalı. Bireyi nasıl cezalandırırım, nasıl bitiririmin değil, nasıl kazanırım ve topluma nasıl kazandırırım düşüncesiyle hareket etmeli. 

Bir eşin diğerinin hatalarını yazıp yazıp, kızgın bir anında hepsini kusması nasıl sadece gerginliği arttırıyorsa, hukuk süreçlerinde de uzun delil toplama süreçleri galiba uzun iddianameler ve dolayısıyla daha kalabalık ve bütünlüğü zedelenmiş davalar ortaya çıkarıyor. 

Aziz Yıldırım'ı aylarca izliyorsun, bir sürü hatasını buluyorsun ama onu bitireceğine emin olduğun ana kadar bekliyorsun. Neden? Ergenekon, Balyoz ve belki Deniz Feneri çok karmaşık davalar. Hükümete yakın çevreleri çalıp çırparken görüyorsun ama, hadi iyi niyetli düşünelim, bütün bağlantıları ortaya çıksın diye bekliyorsun. Ya da yürütme organısın, bir sivil veya askeri grup devlet içinde yapılanıyor. Bir süre bekliyorsun, "iyice yayılsın, her tarafta palazlansın, devlet içinde devlet kadar güçlensin de öyle bunlara yükleneyim" diyorsun. Bir doktorun "adam daha nezle, zatüree olana kadar hiç bir ilaç vermeyelim" demesi gibi bir şey bu!

Nerede hata görürsen üzerine gitsen, ters yollara sapanlar da "bu iş başımıza dert açar, bizi görüyorlar" deyip yapacakları hatalardan erken dönseler bu bir kayıp mıdır? İlk para transferinde veya yargıdaki ilk kadrolaşmada bu işin önünü alsan büyük rezaletleri ortaya çıkarmadığın için basit biri mi olursun? Büyük bir yapılanmayı deşifre edebilmek için done toplarken, o yapılanmanın, gözünün önünde yeni sorunlar çıkarmasında senin de göz yummanın etkisi yok mu?

Ulaşılabilecek en büyük karmaşıklık basitliktir demiş bir tasarımcı. Basit konuları basitken çözmek bu coğrafyada neden bu kadar aşağılanır?

Büyük olmak için küçük meseleleri küçükken çözmek yeter belki de?

Hepinize süper günler,
Cihan

Not: Çok değer verdiğim Nazım Alpman'ın uyarısı üzerine uzun zamandır değiştirmek istediğim blog ismini değiştirmiş bulunuyorum. Umarım beğenirsiniz. 


20 Aralık 2013 Cuma

Sağ-sağ çatışması

Sağ sol çatışmalarının olduğu günlerden sağ-sağ çatışmaların olduğu günlere gelmemiz 30 yıllık değişimimizin istikametini gösteriyor. Eskiden "ezilen sınıflar" siyaset stratejilerini etkilerken şimdi ezenlerin rekabeti siyasete yön veriyor. İşçi köylü memur nutukları yerine yargıç, paşa, hoca ve bilumum müdürlerin ve liderlerin itiş kakışına şahit oluyoruz.  

Büyük resimde son 40 yıla bakınca hala "Türkiye normalleşiyor" diyebiliyorum. Bu hengamenin, baskıların nesi mi normal? 

Ortalama insan ömrü başdöndürücü bir hızla ilerliyor. Eskiden kırkında biri ölünce "turp gibiydi gitti" denirdi. Şimdi şekeri yüksek, lenfoması var, akciğer kanseri veya panik atak geçiriyor diyoruz. Hem tanı imkanları gelişti hem de geniş halk kitleleri sağlık hizmetlerinden yararlanabiliyor. Ve genellikle kırkında gitmiyor. 

Eskiden olan biteni geniş halk kitleleri anlayana kadar üzerinden 10 veya 20 yıl geçmesi gerekirdi. Görüntüdeki iktidarlar, gerçek iktidarların kimlerin etkisiyle yapıldığı tam da anlaşılamayan perde arkasındaki yaptırımlarını "kol kırılır yen içinde kalır" ve "yüksek çıkarlarımızın korunması için böyle olması daha uygun" derler ve "Türk'e Türk'ten başka yoktur dost nimet" zırvalarıyla hayat devam ederdi. Bu sayede de "müdahaleye uygun şartlar" oluşurdu. Artık bunları kimse yemiyor. 

"Dış mihraklar", "içerideki uzantıları", "üzerimize oynanan oyunlar" kandırmacaları insanların gerçeğin peşinde koşturmasını, daha fazla özgürlük, daha fazla saydamlık ve daha fazla adalet isteğini tüm basını sürüp sustursanız da bastıramıyor. 

Askeri cuntaları bertaraf etmek için kullanılan yöntemler (adına hizmet, cemaat veya ümmet ne derseniz deyin) sivil oluşumları susturmak için kullanılınca kimse tarafından hoşgörülmüyor. 

Ak Partinin de önemli taşlarının döşenmesinde pay sahibi olduğu "milli irade" yolu bir kişinin "benden habersiz yapılan her şey yanlıştır" megola ideasına boyun eğmeyecek kadar güçlenmiştir. 70 lerin solcu gençleri nasıl bir ejderhayla boğuştuğunu bildiğini düşünüyordu, 2010'un Türkiye'sinde ise gençler ve örgütlü siviller dünyaya kafa tutmak yerine sadece hakettikleri saygının kendi elleriyle seçtikleri iktidar tarafından kendilerine tevdi edilmesini bekliyorlar. Çok akıllıca bir yakın çevre bencilliği içindeler.

Çok haklı olmalarının yanında çok da mütevazi olduklarından istediklerini alacaklar. 

Bu denli kuvvetli destek görmüş bir iktidar, bu denli büyük organizasyon yeteneğine, karizmatik liderine ve yığınla desteğine rağmen, kendi kendini yiyene kadar destekçilerine herhangi bir antidemokratik müdahale gelmeyeceği için fizik kuralları gereği ömrünü tamamlayacak, geldiği gibi şaşkınlık yaratarak gidecektir. 

Hepinize süper günler,
Cihan