Bu Blogda Ara

13 Eylül 2015 Pazar

Temizlik masalı

"Adım Ali, 17 yaşındayım ve bu coğrafyanın beni var etmeyeceğini adım gibi biliyorum. Biz kalabalık aile seviyoruz buralarda. Kardeş, abla, dayı, amca, teyze, hala hep beraberiz. Rengimiz değişik, inatçıyız. Okula da pek gidemeyiz, ya para yetmez ya felek yar olmaz.

İnançlıyız ve kimseye bir şey dayatmak istemiyoruz. Ama nefes alamadığımda yüreğim öyle kabarıyor ki, füzeyle tank gözüme oyuncak gözüküyor. 48 kiloyum, boyum da kısa olduğu için çelimsiz sayılmam. Taşı sıksam suyunu çıkarırım demeyeyim, taş serttir.

Çocuklukta okumaktı, çalışmaktı her çocuk gibi hayallerim vardı. Nereden geldiğini bilmediğim bombayı mermiyi tanıdıkça hafif hafif soldu onlar. Ne kadar "savaş kötüdür" desen de bir süre sonra başka bakıyorsun olaya.

İlk asker vurduğumda hissettiklerimi anlatamam. İnançlı adamım demiştim. O'nun verdiği canı almıştım. Dedim ki O istemese ben onun canını alamazdım. Nişan alamazdım, tüfek tutukluk yapardı, geldiğini görmezdim. Ama gördüm, aldım, vurdum. Demek ki O razı geldi. Genç de bir askerdi ama üzülmüyorum ona. Onlar bize acıdı mı? Anası babası da vardır ama beni da kaya doğurmadı!

Şimdi burası sıcak, karanlık ve ben damda altı kardeşimle kenara büzüşmüş yatıyorum. Dünyada ne oluyor haberim yok, düşünecek halim de yok. Ama biliyorum ki bu yalan dünyada milyonlarca insan beni terörist bellemiş. Ne yapsam yaranamayacağım onlara.

Neyse ki beni savunan, eline silah almamış, karizmatik liderler de var. Onlar da olmasa at kendini damdan gitsin.

Ama inanıyorum ve biliyorum ki, bir gün gelecek, sıcak evinde oturan asan kesen adam beni kardeşi bilecek, silah satanın maskesi düşecek, yıllar sonra toprağımda dilimi dinimi yaşayacağım, adımdan tenimden ve doğduğum yerden dolayı yargılanmayacağım, çocuklar ölmeyecek, etraf tertemiz olacak ve Filistin'de tüm dağlar çiçek açacak."

Hepinize süper günler,
Cihan








9 Eylül 2015 Çarşamba

Niye Geldiniz?

Duvarında kadife dağ orman halısı, sediri yastığı, yazması, günlük sorumluluklarını yerine getirmiş, ömürlük sorumluluğunun üzerinden kaldırıldığını anlıyor. Askerin varsa ve kapıda subay gördüysen, ne vatan, ne can, ne teskin var artık. Salt acı!

Anne olmak, kalbinin başka bir bedende atmasına razı olmak demek, ve başka bedende durduğunda kendi ölümünü izlemek. Ki kendi ölümünü daha metin karşılayan varsa da, evladı gidenin hali hep aynı oluyor. 

Belki terörist dediğin HDP'ye, belki hain dediğin AKP'ye, belki faşist dediğin MHP'ye ve belki dinsiz dediğin CHP'ye oy verdi o kadın. Belki ortalık tenha olur deyip pikniğe gitti. Ama sen bir oy iki tweet atıp, 4 de beğeni dağıtırken, o canını ateş hattına gönderdi. 

İsteyerek mi gönderdi? Bugün gördüğümüz anket gösterdi ki "hayır". Gördük ki insanımız operasyonlar artsın, teröristlerin üstüne daha çok asker gönderilsin istiyor, ki daha az şehit haberi gelsin. Sadece o gönderilen askerler, bizden komşudan gitmesin de öbür sokaktan gitsin, politikacıdan gitsin mümkünse öbür mahallenin ve öbür şehrin politikacısından. 

Silahtan savaştan nefret ederim. Bir düzeni silahla değiştirmek isteyenle silahla korumak isteyeni aynı kefeye koyamam. Ama oğlunu veya kızını askerde veya dağda kaybeden annenin, farklı acı hissettiğine veya o kadınlardan birinin mukaddes birinin hain olduğuna inanıyorsan, ne çocuk, ne anne nedir en ufak bir fikrin yok demektir. Can tartısı diye birşey neden yok biliyorsun, hepsi bir de ondan. 

Sakın kendini "çok güzel memleketimiz var o yüzden düşmanımız çok" veya "berbat bir coğrafyadayız, ne yapsak boş" diye kandırma. Ne oluyorsa biz yapıyoruz diye oluyor. 

Gazete basıyoruz, çocuk öldürüyoruz, oy veriyoruz, pusu atıyoruz, cam çerçeve indiriyoruz, tehdit ediyoruz, küçümsüyoruz, terörist temizliyoruz, bina yakıyoruz, yola getiriyoruz, kışkırtıyoruz ve tabi ki yargılıyoruz. Hem de o kadar çabuk, o kadar özensiz, o kadar cahil yapıyoruz ki ne yaptığımızla ilgili en ufak bir fikrimiz yok. 

Öyle görünüyor ki ya yeterince anne terliği yememişiz, ya da bu yaşta bile doğruyu görmek için terlik yememiz gerekiyor kafamıza!

Hepinize süper günler,
Cihan








3 Eylül 2015 Perşembe

Seçim

Elini bir kez sobadan yakmış kişinin sobayı ellemeden önce tereddüt etmesi bir seçim midir zorunluluk mu? Ya da daha önce defalarca dayak yemiş birinin yoldan geçen tanımadığı birine efelenmesine tercih denebilir mi?
Karmaşık makinemiz bizim için doğru yolu gösterirken çoğu zaman bize fazla serbestlik tanımıyor. En önemli organımız beynimiz, beynimize sorarsak.
Bakıyoruz kıyıya vurmuş çocuğa yüreğimiz kabarıyor (aslında beynimizdeki kimyasallar daha çok da empatimiz kalp atışımız ve tansiyonumuzu değiştiriyor) ve isyan ediyoruz bilinçsizce. Bilinçsizlik isyanın kendisi değil, yöneldiği mecra ile ilgili. Müslümansak, Hristiyana ve Yahudiye, Türksek "meşhur mihraklara", Batılıysak Işid'e, Yahudiysek Hamas'a, kadınsak erkeğe, çiçeksek koyuna, koyunsak kurda, küçük ve basit beynimizin bize düşman bellettiğine kesiveriyoruz faturayı. Evrimsel faydası da var birilerini düşman bellemenin, dostlarınla kenetlenmeni sağlıyor. Ama dostun bildiğinle kenetlenip düşmanın bildiğine hınçlanınca neredeyse her zaman büyük resmi kaçırıyorsun. 
Dünyadaki tüm "büyük resim" lerden daha önemli ve daha gerçek bir büyük resim var: dünyada her yıl 7 milyon çocuk ölüyor! "Dünyanın en ağır yükü olan genç bedenleri taşıyan tabutların ağırlığı" inan senin tüm haklılıklarından, aidiyetinten ve adaletinden daha önemli.
"Deniz kenarına vurmuş çocuğu balina kadar önemsemiyorsun" diyen "ölüye üzülme" diyor. Berkin'i hatırlatmak için "Fırat da ekmek almaya gidiyordu" diyen "ölüye üzülme" diyor. Şehidine ağlayana "O da başka meslek seçseydi" diyen, madende ölen için "fıtrat diyen", "Mısır'da biri öldüğünde 4 parmak yapıyordun şimdi nerdesin" diyen "ölüye üzülme" diyor. 
Bu "Ölüye Üzülmeme" becerisini (!) topluma yayarsak, korkarım hiç bir şey için kaygılanmamıza gerek kalmayacak. Ve bu bir seçim olacak! 
Hepinize süper günler,
Cihan