Bu Blogda Ara

30 Ekim 2015 Cuma

Oyum Demirtaş'a

Anadolu toprağının eğitilmemişiyle filozofunun ortak özelliği, kibirden hoşlanmaması ve mazlumun yanında durmasıdır bana sorarsan.

Ökçesi delik yazar sokak ortasında vurulunca, birbirine "Ermeni dölü" diye aklınca hakaret eden toplumdan "hepimiz Ermeniyiz" diyen bir güruh çıkar. "Affetmedi bu Ermeni vatandaş, Kürt Dağları'nda babasının kesilmesini, fakat seviyor seni çünkü sen de affetmedin, bu karayı sürenleri Türk Halkının alnına" dediği gibi Nazım Hikmet'in. Bu benim Demirtaş'a oy verme sebeplerimden biri olacak Pazar günü. 102 canın gittiği yerde, "asker de biziz polis de biziz, Kürt de biziz Türk de biziz" diyen adama yüklenirsen, o adam ne olursa olsun ben onun yanındayım.

Yetmez ama evetçilere bir sitem var. Erdoğan'ın sinsi planına uyup 12 Eylül'ün yargılanması ve yargının siyasetin emrine verilmesini paket yapıp yutturmasına uyanamadılar diyorlar. Kötü niyeti görmediler diyorlar. "Evet" diyemedim, yargı bağımsızlığını önemsediğimden, niyet okuduğumdan değil. Sadece konunun paket olmasından. Seçme şansım varmış gibi hissetmediğimden olumsuz yaklaştım. Ama eminim 12 Eylül'ün detayını yaşamış, ya da yakından bilen insanlar "yetmez ama evet" dedi. Yetmez ama evetçilere yüklenmeyi tam Nasreddin Hoca'nın "Hırsızın hiç mi suçu yok" hikayesine benzetiyorum. O insanlar o dönemin iktidarına 12 Eylül'ü yargılama ve ne yazık ki bununla paket olarak yargıyı "kafalarına göre" tasarlama imkanı verdiler. "Gidin kafanıza göre yargıya müdahale edin" demediler. "Vesayet sizi ezecekse biz yanınızdayız" dediler. Tıpkı Hoca'nın kapıyı kilitlemediğinde "Buyrun sayın hırsız evi soyun" demediği gibi. Uzun lafın kısası niyet okumaları samimiyetsiz, uyanıklıkları şüpheci buluyorum. Bu nedenle bana göre bugün iktidarı bol mizahlı, zekice eleştiren Demirtaş'ın "İnadına Barış" demesi çok hoş. Belki haddim de olmayarak gururlanıyorum "bu bakış açısı bizim topraktan çıktı, biz bununla anlaşabiliyoruz" diye. Yarın çıkıp ben terörden yanayım derse bu benim değil, O'nun hatası olur. O yüzden kendimi kasmayıp, içimden geçenleri söyleyeni öteyi beriyi düşünmeden destekliyorum.

Doğan Cüceloğlu, "Damdan düşen Psikolog" adlı söyleşi tarzı biyografisinde, benim çok hayret ettiğim ve Amerika'da önemli destek gören bireysel silahlanma ile ilgili bir açıklama getiriyor: "Yarın bir gün devletin başına bir çılgın geçip silahla bizi yola sokmaya kalkarsa elimizde bir şey olsun" mantığı. Cana ve hayata verdiğim kıymet itibariyle (ama özellikle insan canı, hayvanla bitkide o kadar hassas değilim) son derece karşı olsam da nefsi müdafaa ekseninde anlayabildiğim bir yaklaşım bu. Karşında senden çok güçlü silahlı ve adil olmayan bir güç varsa, sen silaha başvurduğunda buna birileri "terör, ihanet, katliam, soykırım" demiş, seni çok etkilemez. Bu mantıkla tüm ülkelerin elit siyasetçileri "PKK terör örgütüdür" diyor diye, bana göre benim "ülkemdeki Kürt kardeşimin arka cebindeki çakısı" olan PKK'ya birileri terör örgütü demiyor diye bozulmam. Hatta aslında çıkıp da 5 -10 bin militanı olan bir örgütün (ki iki bini son üç ayda başarıyla! katledilmiş) 70 milyonluk ülke için büyük tehdit olduğunu söylemek, bir nevi ülkenin çok zayıf olduğunun itirafı gibi.

Yine Cüceloğlu Einstein'ın sözünü aktarıyor:  <We cannot solve our problems with the same thinking we used when we created them.> "Sorunlarımızı, onlara sebep olan ortamdaki düşünüşümüzle çözemeyiz". Yani PKK'nın ortaya çıkıp güçlendiği ortamın düşünce yapısıyla PKK'yı bertaraf edemeyiz. Bir üst seviyeye çıkmalıyız. "Devlet terör örgütü ile görüşmez" düşüncesini bu iktidar ile aştık. "Kürtçe konuşulmasın" yaklaşımını bu iktidar zamanında aştık. 12 yıldır minik adımlarla ve kayıpsız aylarla kardeşçe yaşadık. Bir adım daha atmaya hazırdık. Belki başkanlık sistemiyle kantondur federasyondur devam edecektik. Öcalan'ı dahi affedecektik belki.Ve affeden İstanbul'da blog yazan sıcak evindeki mühendis değil, yıllar önce yakınını kaybeden ülkücü olacaktı belki. O düzeyden 7 Haziran'da, sorunu yaratan düzeye düştük arka üstü. Bu iktidarın doğrudan muhalifiyim ama 2 icraatını kalben destekledim: Biri kapalı alanda sigara yasağı (Şu an her yerde deliniyor) biri de Kürt açılımı (şu an kendi destekçileri ve kurucuları tarafından hata olarak nitelendiriliyor). Bu düzeye tekrar dönme lüksümüz yok. "HDP artık barış sürecinin ancak filmini çeker" diyen kibre tahammül edecek halimiz yok. Bu yüzden HDP'ye oy vereceğim.

PKK "Bu devlete güvenilmez" diye eleştiriyor, AKP "törörüst HDPKK" diyor, MHP "Aynı ortamda bulunmam" diyor, Davutoğlu görüşmüyor, CHP'nin önemli kısmı "Önce PKK ile arasına mesafe koysun" diyor. Demirtaş, gülümsüyor ve şikayet etmiyor bu durumdan. Bu yüzden oyum HDP'ye.

Liberal düşünce yapısındayım ve LDP üyesi olmak istiyorum. Geçen seçimde LDP adayı idim CHP'ye oy verdim. LDP'nin, "benim parti barajı aşamayacak diye başka partiye oy vermek, benim çocuğum okuyamaz, başka çocuğun eğitimini üstleneyim demektir" sloganına da hayranım. Ama kalbimdeki LDP'ye yine oy vermeyeceğim, çünkü HDP kadar üzerine oynanmıyor. Bir partinin üzerine oynanmasıyla da derdim yok ama, belden aşağı vurarak yapılmasını hazmedemiyorum. O yüzden oyum HDP'ye.

Çok klişe ama "Benim Kürt arkadaşım var "da diyeceğim. Eğitimli de var eğitimsiz de var. Müteahhit Kürt arkadaşım var, göz göze bakışırız birbirimizi ve çocuklarımızı severiz. Çay veren ablam var kalp kalbe konuşuruz. Bana "hep iyiyi düşünüyorum, sen de öyle yap" der. Bu yüzden oyum HDP'ye.

Siz tabi hepiniz kendi doğrularınızla, beni eleştirin, isterseniz küfredin ve gönlünüzden geçen partinize oy verin. Ama bencilliğin tanımını unutmayın: "Bencillik kendi istediğini yapmak demek değildir, başkasını sizin istediğinizi yapmaya zorlamaktır!"

Hepinize süper günler,
Cihan




16 Ekim 2015 Cuma

İfade Fedaileri

Erdoğan Ermenistan ile ilişkileri düzeltmek istediği zaman dedeme "Adamlar bize katilsiniz diyor biz onlarla açılım yapmaya çalışıyoruz" dediğimde "Hee kestik" demişti. Sesinde bundan gurur duymadığı belliydi ama çok da utanıyormuş gibi bir hali yoktu. Daha çok benim bunu bilmememe şaşırmış gibiydi.

Olayın üzerinden 100 yıl geçti hala bu konuda konuşulamıyor. Bunu ifade özgürlüğü kapsamında belirten Orhan Pamuk da ihanetle suçlanıyor. Daha önce de üzerinde durduğum bu konuya tekrar girmeyeceğim.

Dün bir TV programında bir vatandaş "PKK terör örgütü değildir" dedi diye toplu taarruza maruz kaldı. Neymiş efendim bütün dünya terör örgütü diyormuş. Desin. Demeyenler de var. En azından PKK lılar demiyor. Yakını PKK'ya katılmış olan demiyor. Bazı sol görüşlü yabancılar demiyor. Polisten işkence görmüş Kürt çocuk demiyor. Dünyada milyarlarca insan PKK adını dahi duymamış. Demek ki bütün dünya PKK terör örgütüdür demiyor. Velev ki dedi, birileri kabul etmeyebilir. İfade özgürlüğü zaten herkes aynı fikirde birleşsin diye değil, farklı fikirler konuşulabilsin diye var. "Koyun kurd ile gezerdi, fikir başka başk'olmasa".

İsviçre'de ifade özgürlüğünü yok sayan bir yasa çıktı. Ermeni soykırımını reddetmek suç sayıldı. Perinçek de gitti İsviçre'de bu "suç"u işledi ve mahkum oldu. AİHM'e gitti. Kazandı, temyiz edildi, yine kazandı. Ne kazandı ve kim kazandı çok iyi görmek lazım. Bu olayı ülkemizde şöyle yorumluyoruz: "Perinçek Ermeni soykırımı yoktur dedi ve davayı kazandı, demek ki AİHM Ermeni soykırımının yalan olduğunu tasdik etti". Bu ifade konunun tam bir şark kurnazlığıyla çarpıtılması.

Biraz bu fikri ezmek için alaycı yazmak zorundayım, gerçekte olan şu: Tamamı Türk düşmanı ve Ermeni dostu olan zalim Batı'nın para kasası olan İsviçre Konfederasyonunun alenen suç dediği eylemi adamın kameraları önünde yaptın (polis copu iteleme kakalamaya uğramadan), mahkemeye verildin ve paralel olmayan hukuku seni mahkum etti. Tamamı İsrail Ermeni ve Papa uşağı sandığın Avrupa'nın en yüksek mahkemesi dedi ki, İsviçre Devleti ifade özgürlüğü bakımından haksızdır. Temyizde de Büyük Daire (ki sana göre kesin masondur) de olayın nefret suçu değil, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini yediye karşı on oyla söyledi. Demek ki neymiş, ifade özgürlüğünü özgürce seçtiğin vekillerinle, özgürce yazdığın yasalarına karşı da korumazsan, ifade özgürlüğü oturmuyormuş. Bir önemli ders de hukukun yaptığı hatayı, hukuk düzeltiyormuş. Emsal teşkil eden bir karar.

Bizim ailemizde başlayan yaklaşımsa ifade fedailiği. Çok okumadığımız için, çok bildiğimizi sanıyoruz. Emin olduğumuz ve kendimizle özdeşleştirdiğimiz düşüncelerimizi sakin sakin savunamadığımız zaman sinirleniyoruz. Böyle olunca ifade fedailiğine başlıyoruz: "Küçükler bilmez, ben öyle diyorsam öyle, bunu herkes bilir, PKK'ya tüm dünya terörist diyor, patron benim o yüzden böyle olacak, benim fikirlerime saygı duymuyorsan demek ki bana da saygı duymuyorsun" tarzı cümlelerin tamamı pasif agresif veya aktif agresif şekilde "ben artık sakince sorgulama gücümü kaybettim, sana bir şeyler dayatma yolunu seçiyorum" demek. Bu fedailik ne yazık ki başarılı oldukça, örnek alınıyor. Emsal teşkil eden bir eylem.

Hepinize süper günler,
Cihan



11 Ekim 2015 Pazar

Bir çocuk adı olarak Barış

Dans gecelerine gittiğim zamanlarda merhabam vardı, çok tanımazdım. Çok iyi dans eder ve hep gülümserdi. Jimnastik de yapardı. Çocuklara da sevdirmek için uğraşıyordu. Kobani'deki çocuklara jimnastik eşyaları ulaştıracak, yeni Koray'lara yardım edecekti. Suruç'ta bomba patladı, yaralandı. Ameliyat üzerine ameliyat oluyor, düzelecek. Ters salto atamayacak belki ama parende atacak eminim. O ben olabilirdim.

Polislik mesleğini yapıyor, çocukken hoşuna giden mesleği belki. Ve belki de olmaması gereken bağlantıları var ya da yok. Belki işkence yaptı, belki de iftiraya uğradı. Ama neticede sistemin ona verdiği işi yapıyor. Kafasına kurşun yedi uyurken, o sen olabilirdin.

Başka biri belki azılı PKK militanıydı. Belki Kürt sanatçıydı. İnfaz edildi, yargılanmadan ve hukukumuzda olmayan şekilde. Ölmesi rahatlatmadı 20'li yaşlarında canavarları. Arabanın arkasına bağladılar, küfürler ederek sürüklediler yollarda. O da yetmedi, çekip yayınladılar. Eski sevgilisi, kardeşi belki anası o görüntüleri gördü. "Ben olsaydım onun yerinde sürüklenen keşke" dedi. Onlar siz olabilirdiniz.

Gazeteci, Gezi olaylarında penguen yayınlayan kanalın programından çıkıp gecenin bir vakti evine ulaşmanın keyfini yaşayacakken, kendine "vatansever" diyen birileri çıkıp darp ediyor. Küfür değil bildiğin tekme tokat. O ben olabilirdim.

Baba oğul barış mitingine gitmeye karar verdiler. Ortalık karışık, ama buralarda olmaz o işler dediler. "Amerika değiliz ki biz gelip uçak patlatsın biri suratımıza" dediler. Annesi babasının yanından ayrılmamasını tembih etti. "Belki polis gaz sıkar ama Ankara'nın göbeğinde başka bir şeye cesaret edemezler" diye avuttu kendini. Hava soğuk değildi pek ama fanilayla hırkayı giymeden gitmesine izin vermedi kuzusunun. Parçalara ayrıldılar, çok iyi bilse de herkes ölü yıkamayı, onları yıkayamayacaklar. Sen ve yavrun olabilirdiniz.

Yüzlerle insan ölüyor aylardır, yüzü o günde öldü. Binlerce sakat kalan, kör olan, sağır olan, kolu kopan, bacağı parçalanan oldu. Hepsi bizdik.

Bizim seçtiğimiz, bizim maaşını verdiğimiz ve saygıda kusur etmediğimiz, saygısızlıklarını hoşgördüklerimiz, bunu yapanı değil, yaptıranı bulacak, bağımsız yargıya teslim edecek, cezasının infaz edecek. Sonra kaldığı yerden ülkede tüm insanların huzur içinde yaşaması için gerekenleri yapacak. Beklenti buyken, "güvenlik zaafı yok" deniyorsa ben buna inanmak zorundayım. Demek ki hedeflenen güvenlik alınmış, olmasına izin verilen de olmuş.

Cihan