Bu Blogda Ara

17 Aralık 2014 Çarşamba

Ölüm

Bu soğuk yazıyı dedemi kaybetmeden önce yazmayı düşünüyordum. Breaking Bad dizisinin etkisiyle... Bir kimya öğretmeni kanser olduğunu öğreniyor ve hayatı kökten değişiyor. 

Yakışmıyor ölüm kimseye, kimse de konduramıyor kendisine öleceğini. Yaşlıların ölümünü daha kolay kabulleniyoruz, ama 100 yıl önce veya ilkel kabilelerde 50 yaşında ölmek belki de sıradan bir olay.

Ölüm yaşamın kaçınılmaz sonucu ve aynı paketteki ikili hediyenin acı tarafı. Ama bir görevi daha var. Yaşamınıza bir ölçü birimi katıyor. Bir ömür diyorsunuz. Hem uzun hem de dolu ömür istiyorsunuz. Ama genelde bunu kendinizle değil başkalarıyla ilgili dillendiriyorsunuz. 

Dizide de olduğu gibi ölümün yaklaştığına emin olduğunuzda, daha pısırık veya daha çekingen olmanız beklenirken tersine daha cesur, daha rahat ve daha özgür oluyorsunuz. Yaş ilerleyince gelen "huysuzluk" da bunun gibi. Başkalarına karşı politik, kibar ve düşünceli olmak yerine kendinize oluyorsunuz. Biraz içinizdeki ihmal edilen insana ve çocuğa ilgi gösteriyorsunuz. Bu aslında bir değişme değil de düzelme bence. 

Dünyanın mı güneşin etrafında güneşin mi dünya etrafında (kimlerin arasında geçtiğini hatırlamadığım bir tartışmada) güneşin dünya etrafında döndüğünü iddia eden kişi bunun aşikar olduğunu çünkü bariz öyle göründüğünü söylüyor. Diğer tartışmacının cevabı "peki dünya güneşin etrafında dönseydi bu nasıl görünürdü?" oluyor. 

Yaşlananlar veya öleceğini öğrenenler (!) aslında hepimizin bildiği bir gerçeğin, gerçekliğinin daha çok farkındalar. 

Siz öleceğinizi öğrenseydiniz nasıl değiştirirsiniz hayatınızı?

Hepinize süper günler,
Cihan

Not: Dedemin öğrenimsiz bilgeliğini, sesini, espri tutkusunu, rahatlığını, sükunetini ve sevgisini çok özleyeceğim. 

10 Aralık 2014 Çarşamba

Özgürlükçü Eğitim

Nabi ağabey demiş ki:

"Bâg-ı dehrin hazânın hem bahârın görmüşüz
Biz neşâtın da gamın da rüzigârın görmüşüz

Çok da mağrur olma kim meyhâne-i ikbâlde
Biz hezâran mest-i mağrûrun humârın görmüşüz"

Bu laikçi, insanı dininden soğutan, içimizdeki büyük gelişme ruhunu ezen yıkılası  -ki yıkıldı- batı özentisi eğitim sisteminde bu şiirleri 30 yıl önce vezniyle beraber öğrendim - o zamanlarda Belediye Başkanı Dalan-. İyi ki de öğrenmişim.

Osmanlıca biliyorum demek çok iddialı bir ifade. İngilizce bilmek gibi değil. Hem Farsça, hem Arapça hem de Türkçe'ye vakıf değilsen, mahcup olabilirsin.

Osmanlıca eğitimi diğer Nabi ağabeyin (Nabi Avcı) dediğine göre çok eski bir tartışma imiş. Ama şu an cereyan ettiği gibi fanatik ve sağırca mı geçiyordu bu tartışma ondan emin değilim.

6 vatandaşından birinin anadilinde merhaba demekten aciz bir milletin eski diller hassasiyetine şüphe ile yaklaşılıyor. Normal olarak. Şahsen iktidarın Osmanlıca kaygısından çok Arap alfabesi öğretip Kur'an eğitiminden prim yapma amacında olduğuna inanıyorum.

Muhalif düşünceler de iktidar kadar uçuk kaçık. Demirtaş "ordunuz gelse kızıma Osmanlıca öğretemez" diyor. Osmanlıca yerine hangi yabancı dili koysanız cümlenin saçmalığı ortaya çıkıyor.

Din şurasında Cumhurbaşkanı "İsteyen herkes Osmanlıca öğ-re-ne-cek!" dedi, kamuoyu cümlenin başındaki "isteyen" kelimesini, belki de haklı gerekçelerle duymadı. Nasıl duysun? Bir taraftan da "kimseyi dinlemeyin, istediklerinizi yerine getirin" dediği için meselenin özgürlük olmadığı açığa çıkıyor.

Temel gerçekleri burada önemle vurgulamak lazım:
1- Hangi dil olursa olsun dil eğitimi iyidir.
2- Karma eğitim iyidir, insanı gerçek hayata hazırlar.
3- Didişme/kamplaşma kötüdür, iyiyi kötü, kötüyü iyi gösterir.
4- Din eğitimi, vicdan işidir, gönüllülükle olur, zorla olmaz, maksadından şaşar.

Eğitim konusunda en temel meselemiz müfredat, kadrolaşma, hangi dili, hangi dini öğrendiğimiz değil; nasıl bir özgüvene sahip, ne kadar özgür düşünceli, ne kadar sorgulayan ve yaptığı işi ne kadar sevebilen öğretmenler ile eğitim yaptığımızdır. Eğitmenlerinizi eğitmediğiniz sürece eğitim konusunda eğitim ihtiyacınız bitmeyecektir.

Hepinize süper günler,
Cihan