Bu Blogda Ara

28 Temmuz 2013 Pazar

Tatil Yazısı

Günlük yaşamın koşuşturmasından uzakta bir zorlamalı eğlence hali büyük şehir insanının tatil aktivitesi. Onu da göreyim şunu da yapayım derken normalde bulunduğunuz ortamdan çok farklı bir yerde aynı hengamenizi devam ettiriyorsunuz. Yine de başka...

Herşey dahil tatilde harika şeylere tanık oluyorsunuz. Tanımadığınız insanlara sürekli gülümseme, Fransız erkeklerinin zevkli olanlarının şık mayoları, güzel vücutlu genç yaşlı Ruslar ve Avrupalılar, çarpışmalarda normal olması gereken hoşgörü, çocukların hesapsız ve samimi dostlukları.  

Belki binlerce herşey dahil konseptinde otel var ülkemizde. Uzakdoğulu, Asyalı, Avrupalı, Karslı, Kadıköylü milyonlarca misafir ağırlıyorlar. Çoğunda müşteri memnuniyeti büyük oranda sağlanıyor. Ve herkes tatil amaçlı geldiği için değil, herkesin ortak noktalarına odaklanıldığı için. Vejeteryan istediği gibi birşeyler yiyor, herkese aynı hijyen standardı sağlanıyor, geceden sabaha içebilirsiniz, sabahtan akşama yüzebilirsiniz. Çoğu bina çirkin olmasına rağmen, deniz temiz, ağaçlık ve yeşil alanlar bakımlı. İnsanlar birbirine mümkün olduğunca müdahale etmiyor.

Turizmde hedef kitle belli, insan; siyasetin hedef kitlesi kimler?

Hepinize süper günler,
Cihan

18 Temmuz 2013 Perşembe

Büyükler rakamlara bayılırlar!

Antoine de Saint-Exupery'nin Küçük Prens isimli klasiğinde kahramanın geldiği asteroidin adının B612 olarak verilmesini açıklarken böyle söylüyor yazar "Büyükler rakamlara bayılırlar".  

Kaç çapulcu var? 3-5 bin. Bini at 3-5. Kaç ağaç gitti? Köprü ne kadara mal olacak? Benzin ne kadar oldu? Ramazan bayramına kaç gün var?

Rakamsız bir hayat düşünülemez. Tabi ki gelirinizi giderinizi hesabedin. Tabi ki büyüme, enflasyon, cari açık önemli. Ama 6 kişi bir toplumsal olayda hayatını kaybedince onlar artık sadece o 6 sayısını oluşturan 1 ler olmaktan çıkıyor. Hepsi birey oluyor, hepsi birer hayat, hepsinin çevresinde yüzlerce tanıdık, onlarca seven ve sayısız hatıra oluyor. 

Üçüncü köprüyü ben yaptım demek için Hoca'nın ifadesiyle bir sürü köprü yıkarsanız, 3 de yetmez 5 tane çocuk yapın deyip, onların geleceğini hazırlamazsanız, toplumu iki kampa doğru gerim gerim gererken parke taşlarının kaç paraya malolduğunun peşine düşerseniz, bilin ki gereğinden fazla büyümüşsünüz, bilin ki rakamlara bayılıyorsunuz, insanlara değil. 

Ticaret, üretim, spor yaparken bile herşeyi rakamlara dökmüyoruz. Çok mu zor azınlığı çoğunluğu hesaba katmadan, kimlerden kimlere yapıldığına bakmadan tahakküme ve dayatmaya karşı çıkmak? Dayatmasız bir hayat olsun demek o kadar mı marjinal bir istek? Korkmayın, nasıl ki bir işletmede kaliteli üretim yapınca satış da karlılık da gelir, insanı ön plana alan bir siyaset güderseniz, rakamlar da kitleler de arkanızdan gelir. Üstelik siz onların kaç kişi olduklarıyla değil, ne kadar mutlu olduklarıyla övünürsünüz!

Hepinize süper günler,
Cihan

15 Temmuz 2013 Pazartesi

Koalisyonun Zarafeti

İslam Konferansı Örgütü Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu, Mısır'da koalisyonun iyi bir çözüm olabileceğini söylüyor. Bizim ülkemizde koalisyon, "iş"lerin durması anlamına geliyor!

Biri %30 oy almış biri de %20 oy almış iki partinin koalisyonu herkeste tedirginlik yaratırken, %49 almış tek partinin bizi dünya yıldızı yapacağı sanılıyor. Halk temsili açısından bir fark yok, meşruluk desen aynı, sandığa saygı dersen iki alternatif de aynı saygıyı hakediyor. 

Mesela genel af kibirli bir kavram, en azından eşitsiz. Barışçıysa bile gurur kırıcı, yargılayıcı. Koalisyon uzlaşma lafının vücut bulmuş hali. "İdeolojik" diye terslediğinize el uzatmaktan öte, onunla kader birliğine girmek! Ezber bozmak, yara sarmak. 

Onun için ekonomi bağımlılarının, yönetme ve yönetilme takıntılıların, çoğunluğun gücü hayranlarının dayatmalarına inat, koalisyonları sevelim. Ötekiyi kucaklamanın en cesur ve açık yolu olan koalisyona karşıt duran ön yargıya teslim olmayalım. O zaman seçim barajı gibi bir zırva bile içimizden geçen oyu vermemize engel olamaz. 

Hepinize süper günler,
Cihan

11 Temmuz 2013 Perşembe

Şefkat

Militarizme karşı olmak bir şey, bu coğrafyada ordusu kuvvetli olmayanların tatsız durumunu değerlendirmek başka bir şey. Kuvvetli ordu siyasete müdahale eden, sözü geçen ordu demek değil; genlerinde savaş tecrübesi olan, ordu tipi disipline yapı itibariyle uygun askerlerden oluşmuş ordu demek. Subaylarının eğitiminde bir ekolü olan ve tabi sayıca kalabalık bir ordu demek.

"Her Türk asker doğar" lafı bizde ekolün ve genlerde disiplin ve savaşa yatkınlığın ifadesi. En azından etrafımızdaki toplumlara bakınca burada daha "avantaj"lıyız. Arabistanlı Lawrence İngiltere'ye yazdığı bir raporunda "Haydarpaşa'da 'bomba var yatın' desem herkes yatar, burada kimse ilgi bile göstermiyor" benzeri bir ifade kullanmış. İş yerlerinde, toplumsal hayatta, otoriteye uymayı erdem, uymamayı ayıp bellemişiz. Bunu yaptığımız için de kendi gücümüzü içten içe bilmişiz. O nedenle, emperyalizmin en kuvvetli orduları ve ülkeleri istila etmeye kalktığında karşı koyabilmişiz. O sebeple arkasında cumhuriyet tarihinin en büyük halk desteklerinden birini almış iktidarın liderine "kes sesini" pankartı açabiliyoruz.

İçinde bulunduğumuz coğrafyadan almış olduğumuz daha önemli bir erdemse şefkat. Akdeniz ve Ortadoğu'nun her yanında sert adamları, dirayetli kadınları görürsünüz. Hepsi de bazen bir kedi yavrusu karşısında, bazen hastalanmış olan Rum komşusuna, bazen de madde bağımlısı iş arkadaşının karşısında bütün sertlikleri bir kenara bırakıp, bir hemşire hassasiyetiyle şefkat elini uzatır. Düşene vurulunca siper eder kendini. Haksızlığa gelenin yanında dik durur. Mağdura kayıtsız kalamaz asla. Politikacılarımız da bunu iyi bildiklerinden sıkça kullanır.

Gezi polislerinin arasında "ne destanı, onlar bizim halkımız, destan düşmana karşı yazılır" diyenler var. Gezi direnişçilerinin arasında "Zor tuttuğunuz %50'nin hakları için de o gazı yeriz" diyenler var. İktidar yanlısı olup polisin tavrından utanan, iktidar karşıtı olup "makarna kömür" aşağılamalarından utanan bir halkız biz biraz da. Bu bizim toplum olarak empati, şefkat ve sorumluluk duygularımızın geliştiğine önemli bir işaret. Belki de o sözü artık değiştirmeliyiz: "Her Türk anne doğar!".

Hepinize süper günler,
Cihan


6 Temmuz 2013 Cumartesi

Nil

Tıpkı İstanbul Boğazı gibi, Nil Nehri de Kahire'yi ikiye böler. 10 yıl önce 65 milyon civarında olan Mısır nüfusunun %20'si Kahire'de yaşıyordu. Oran Türkiye İstanbul oranı gibi. Humus nefistir, Nil turu üzerinde yiyorsanız tipik turist aktivitelerini de yaşarsınız. Boğaz turunun benzeri.

Yanınızdaki kadınların sizin sadece arkadaşınız olduğu anlaşılırsa esnaftan evlenme teklifi alabilirler. Piramitleri ve binlerce yılın kültür birikiminden beklediğiniz gelişmişliği bulamasanız da Ortadoğu'nun duygusal, sıcakkanlı insanlarından çok farklı değildir Mısırlılar. Samimi ve gözünüzün içine bakarlar. Ezbere Arap derseniz İlber Ortaylı'nın uyardığı gibi "arapların hepsini aynı bilme" hatasına düşersiniz. Ne Suudilere benzerler ne Irak araplarına ne de Türkiye Araplarına. Zaten Arap da değildirler, yine de ülkelerinde olana arap baharı deriz. 

Nil'in altından ve üstünden  17 geçiş noktası (tünel veya köprü) vardı o dönem (yani 10 yıl önce), o yüzden kurallara saygısızlıkta yarışsak da İstanbul gibi trafik sorunu yoktu. Birden fazla eşin olması hayatın batı medeniyetinde kabul edilemeyecek gerçeği. Afrika, Avrupa ve Ortadoğu'nun ortası, geniş yüzölçümüyle bölgenin bölgede yaşayan en önemli 4 aktöründen biri.

Emin Maluf'tan okuduğum kadarıyla Mısır halkı da biz istisna olmak üzere bölgedeki tüm diğer müslüman ülkeler gibi lider yetiştiremiş, bir milli mücadele verememiş halklara özgü ruh travmalarına sahip. 

Orada olanlar ile Türkiye'de olanları karşılaştırmak siyasi olarak ne kadar anlamlı bilmiyorum ama, yüzyıllarca aynı İmparatorluğun iki halkı olmuş Mısır ve Türkiye halkının bugün yaşadıkları olaylarda tek benzerlik iki halkın da daha fazla özgürlük istemesi...

Hepinize süper günler,
Cihan

3 Temmuz 2013 Çarşamba

Kaç Kardeşsiniz?

Alevi kardeşim, seni seviyorum, yanyanayken dışlansan da insanı seviyorsun. 

Kemalist kardeşim, seni seviyorum, Atatürk'ü anlamaya çalışıyor, içten takdir ediyorsun. 

Laz kardeşim, seni seviyorum, heyecanın cıvıl cıvıl, esprilisin. 

Başörtülü kardeşim, seni seviyorum, kamu görevinde başını örtebilmelisin. 

Kürt kardeşim, seni seviyorum, Apo posterini ne pahasına olursa olsun taşımak istiyorsun. 

Ülkücü kardeşim, seni seviyorum, davan uğruna can verebilirsin hatta can bile yakabilirsin. 

Eşcinsel kardeşim, seni seviyorum, tüm aşağılamalara rağmen kimliğini savunuyorsun. 

Ak Partili kardeşim, seni seviyorum, ülkenin iyiye gitmesini istiyorsun. 

Dindar kardeşim, seni seviyorum, insanlar öbür dünyada cehennemde yanmasın istiyorsun. 

Solcu kardeşim, seni seviyorum, bu dünyada eşitlik istiyorsun. 

Feminist kardeşim, seni seviyorum, kadının hakettiği yere gelmesini istiyorsun. 

Kardeşim sana çok kızıyorum, konu başkasının özgürlüğü olunca çok tembelleşiyorsun!

1 Temmuz 2013 Pazartesi

Şaşkınlara Empati-Son: Direnişçi

Hayır onlar şaşırmadı. Şaşırmak için yakın vadeli beklentileriniz, hesaplarınız, veya önyargılarınız olması lazım. Birşeylere tutunmuş olmanız lazım. Zaten hayatı keşifteyseniz ve ruh haliniz "yaşa ve öğren" prensibiyle gidiyorsa şaşırmaktan çok yaşıyor, hayal kırıklığına düşmekten çok öğreniyorsunuz.

Onların geleceklerine, torunlarının geleceklerine dair planları var. Bu planların hiçbirinin ulaşılmama ihtimali olduğuna inanmıyorlar. Yaşları küçüldükçe, dilekleri daha samimi oluyor. 

"Laf dinlememe" antrenmanlarına ergenlik çağlarında başladılar. 18 yaşın yasal özgürlük müjdesiyle daha da güvendiler kendilerine. Onların her ihtiyacını yerine getirmeye çalışan, varlık sebepleri olan ve onları koşulsuz sevdiklerine emin oldukları anne babalarına bile onlara nasıl yaşamaları gerektiğini dikte ettirme izni vermediler. Sistemleri de tanımıyorlardı yeterince. Sistem idarecilerinin müdahelelerine de umulan tepkiyi verdiler.

Şaşırmadılar, şaşırttılar. 

Hepinize süper günler,

Cihan