Bu Blogda Ara

26 Kasım 2014 Çarşamba

Feminist

İlkokul çağında bir çocuğa "kadın ve erkek eşittir" deseniz, büyük ihtimalle "ama kızların pipisi yok ki" diye cevaplayan çocuk yaşıtlarından "şapşal mısın kastedilen o değil zaten" anlamında bakışlar alır. 

Erdoğan'ın -Gezi'den beri istikrarlı bir şekilde ortak akla hakaret eder gibi hem tutarsız hem çağdışı açıklamalar yapmasından dolayı- açıklamaları üzerinde ciddi bir şekilde tartışmak pek kolay değil. 

Ama çok önemli bir toplumsal gerçek bu  açıklamanın ardından tekrar günyüzüne çıktı. Türkiye'de en kuvvetli desteğini İslam dininden alan bu bakış açısını çoğunluğun benimsemesi üzücü bir durum. Bunu bir kenara koyalım. Bu görüşe karşı olanların büyük çoğunluğuysa bu ilkel düşünce yapısıyla savaşma hissinde değil, daha ziyade zayıfa karşı bir zulüm yapılmış gibi veya bir eksiklik noksan kişinin yüzüne vurulmuş gibi gördüğü için rahatsız oluyor ki bu daha vahim. Daha vahim olmasının bir sebebi bu görüşteki insanların bu ülkenin çağdaş insanları sınıfındakilerden olması. 

Özdem Sanberk tweeter mesajında "iki erkek de biyolojik olarak birbirine eşit değildir" demiş. Tam konunun kalbi burada! Babam ergenlik çağındayken bana "kadınları gözünde çok büyütme, ama küçümseme de" demişti. Kadınla erkek eşittir, bütünleyicidir veya denktir demek bu ifadeyi tam karşılamıyor. Çünkü özellikle ergenlikte karşı cinse düşkünleştiğiniz zamanda bu ikaz çok önemli. "Kadınları koruyup kollayın", "kadınlara saygı gösterin" ifadelerinin ikisi de cinsiyetçi. Ya senin cinsini ya karşı cinsi küçültmeyi gerektiriyor. Ne kızımı ne oğlumu, ne ben ne de karım yalnız başına yapamazdı. İşin özü bu kadar basit aslında.

"Cennet anaların ayağı altındadır" dediğinizde kadınları yüceltiyor musunuz? Bir daha düşünün. Bence kadınları değil, anne olanları yüceltiyorsunuz, ya da bir kenara ayırıyorsunuz. Anne olmadıysa (ya da olamadıysa) ne hali varsa görsün! 

Evli kadına yan gözle bakılmaz (yani savaş ganimeti değilse tabi) demek evli değilse herşey mübah mı demek?

İnsanları koşullandıran sistem kendi ihtiyaçlarına uygun ve çarpık düşünce yapısına sahip kadın ve erkekler oluşturmaya çalışıyor. Onur kadında da erkekte de eşcinselde de transeksüelde de birebir eşit olduğundan her cins kendini bu koşullarda konumlandırmaya çalışıyor. Ve ne yazık ki kuru toprakta güzel pirinç yetişmiyor. 

İster pasişah olun, ister köylü bir kadın, ister madenci bir adam ve isterse 5 yaşında bir çocuk bu saçmalığı önlemek için yapabileceğiniz en evrensel katkı, kendi kafanızın içine toplumlarca yerleştirilmiş önyargılarla mücadele etmek. Toplum insanı çok bozuyor!

Hepinize süper günler,
Cihan





20 Kasım 2014 Perşembe

Trafik

Toplumun kolayca doğru dediğini sorgulamaktan, lanetlediğine yanaşmaktan kaçınmamaya ilkokulda başladım.

Deli Ahmet'imiz vardı. Muhtemelen akraba evliliği ya da başka bir tür nadir hastalıktan muzdarip bir engelli çocukcağız. Mahalle çocukları o gelince ona taş atar, kovalar ya da en ılımlı haldekiler ondan kaçardı. Annem bana "zavallı çocuk, belki iyi davranılsa ne kadar iyi biridir" dediğinde 7-8 yaşlarındaydım ve çok makul buldum.

Bir sonraki görüşümde yanına yaklaştım ve "sana zarar vermeyeceğim sen iyi birisin" dedim. Yüzüme tükürdü. Tükürüğü ağzıma girdi. Kötü hissettim ama pişman olmadım.

İstanbul'da hemen her kalabalık ışıklı kavşakta, kavşağın dışına çıkamayacağım görünüyorsa kavşağa girmem (genellikle). Eminim çocuklukta beni Deli Ahmet'e yanaşırken seyredenlerin güldüğü gibi şimdi de kavşaklarda bana gülen insanlar vardır. Kısacık ters yönlere girmeyip eşi dostu sinir ederim.

En yakın dostum maç hikayemi herkese anlatır. Stada girerken dürüstçe(!) çakmağımı ayakkabıma saklamışım. Polis üstümü aramış, sigarayı görmüş ama ne bozuk para ne çakmak ne de başka metal bulamayınca geç diyecek olmuş. Son anda ben geçerken (yine dürüstçe!), bana çakmağım olup olmadığını sormuş. Ben de var deyip ayakkabımdan çıkarıp vermişim. Çok dürüstmüşüm!

6 yıl önce bir müşterime "Siz çok iyi bir müşterisiniz, faturalarınızı zamanında ödüyorsunuz" dediğimde azarlandım. Müşterim bunun bir iltifat olmadığını, bakkaldan ekmek alan birinin parasını anında ödemesi ne kadar doğalsa bir tüccarın da borcunu zamanında ödemesinin o kadar sıradan ve olmazsa olmaz bir durum olduğunu söylemişti.

Beynimiz evrim bakımından bizi diğer canlılardan daha avantajlı konuma koymakla birlikte bağzı faydalı savunma mekanizmalarına (ki çok kuvvetli mekanizmalar) başvurarak bizi çok sık yanıltıyor.

Sanıyoruz ki defaten yalanını yakaladığımız insanın her söylediği yanlıştır. Sanıyoruz ki bütün kötü şeyler yapanlar kötü niyetli kötü insanlardır. Ya da alay edilecek insanlardır. Bunların hepsi ne yazık ki sürü psikolojisi.

Çok istedim iki satır da ben Cumhurbaşkanına engin(!) tarih bilgimle ders vereyim. "Hayır, ne müslümanı Amerigo Vespucci, Christoph Columbus filan buldu" deyip, ne bilgili olduğumu gösteren bir yazı yazayım. Ama bilgili değilim. Belki gerçekten 300 sene sonra bir müslüman ya da Viking ya da bir Afrikalının keşfinden konuşacağız. Ama hepimiz bu belki küçümseyerek cahil cesareti dediğimiz çıkışla biraz daha bu konulara yaklaştık. Belki sadece bu sayede İspanyolca kaynaklardan Amerika tarihini araştıran bilim insanlarımız televizyonlara çıkabildi. Belki bu sayede kendine yakın insanın fikrine kayırma hastalığı gözümüze daha iyi sokuldu.

Bilgi trafiğinde hangi kavşağa gelirsek gelelim, kavşaktan çıkamayacaksak o kavşağa girmemek, ve kavşaktan çıkabilecek veriye sahip olmayı herşeyin önüne koymak için bir fırsat daha. Ve tabi bu fırsat da kaçırıldı ama muhtemelen hepimiz biraz daha düşündük.

O yüzden cahil çıkışları da temkinli bilgileri de ilgiyle takibe devam etmekten başka şansımız yok gibi duruyor.

 Hepinize süper günler,
Cihan


2 Kasım 2014 Pazar

Garanti

İyi bir iş kurdunuz, satışlar iyi, müşteriler memnun, karlılık tatminkar. Hemen yatırıma başlarsınız. Türkiye'de sağlamcılar gayrimenkul alır, başka yerde akıllı girişimciler borsaya girer, teknik analizciler güzel sepetler yaparlar dövizli fonlu.

İyi bir evliliğiniz vardır, çoluk çocuk sağlıklı. Kenara para koyayım, sigorta yapayım, çocukların geleceğine yatırım yapayım dersiniz.

Geliriniz azdır ama yetiyordur, üç beş kuruş kenara koyayım da dar günde işime yarar dersiniz.

Sınava hazırsınızdır ama 2 test daha çözeyim dersiniz. Hayatınızın tamamı geçmişiyle geleceğiyle o sınava bağlı olduğu için(!) "fazla tedbir diye bir şey yok" dersiniz, uykuyu verir bilgiyi alırsınız.

Mal mülk ortalamanın çok üstündedir. Bilirsiniz ki buraya gelmek için çok fedakarlık yaptınız, çok tavizler verdiniz. "Elimden gitmesin" hissiyatıyla bir kısmını kayıt dışında güvenceye alırsınız.

İktidarınız yerindedir, lafınızın üstüne laf söyleyeni haşlamanız, gücünüze güç katar. Ama yine de kafasına kaldırmaya kalkan muhalif fikre balyozu savurursunuz. Garantiye almak lazım, ne olur ne olmaz.

Bakterisinizdir, dört milyar yıldır dünyanın her yerinde at koşturmuşsunuzdur, ama yine de o üçbuçuk yaşında çocuğun boğazındaki hücrelere saldırmanız lazımdır. Saldırmazsam ölürüm dersiniz, saldırınca sonsuz yaşayacakmış gibi.

Yani hep bir kendimizi garantiye alma kaygımız var, her gün her an ayak parmağımızdan gırtlağımıza kadar bizi sıkıştıran.

Ama bir savaşın olduğu coğrafyadaysanız, bir Suriye'de Kobani'de, ya da bir ölüm döşeğindeyseniz kanserden, eboladan ya da açlıktan, o "garanti"lerin ne kadar pamuk şeker, ne kadar kağıt helva olduğunu anlarsınız. Beş kuruşluk da tat vermezler.

Hepinize süper günler,
Cihan